İnsanın en ustaca yaptığı şeylerden biri, kendini kandırmaktır. Çünkü bazen gerçekle yüzleşmektense, ona uygun bir hikâye uydurmak daha kolay gelir. Bu durumun psikolojideki adı **“bilişsel çelişki”**dir. Yani, inandığımız şeylerle yaptığımız şeyler arasındaki tutarsızlık. Bu tutarsızlık, çoğu zaman farkında bile olmadan hayatımızı şekillendirir.
Bir yandan çevreyi korumak gerektiğini savunur, öte yandan en kısa mesafeye bile arabayla gideriz. Sağlıklı yaşamdan bahseder, gece geç saatte paket cipsle televizyon izleriz. “Doğruluk en büyük erdemdir” derken küçük bir çıkar uğruna gerçeği eğip bükeriz. Bu davranışların hepsi, içimizde bir tür gerginlik yaratır. Çünkü beyin, düşünce ve davranış arasında denge arar. Ancak bu denge bozulduğunda, zihnimiz kendini rahatlatmak için bir bahane üretir.
“Bir kereden bir şey olmaz.”
“Zaten herkes böyle yapıyor.”
“Benim durumum farklı.”
İşte bu cümleler, bilişsel çelişkinin dilidir. Gerçeği eğip bükerek kendimizi ikna ederiz. Çünkü beynimiz huzuru, gerçeğe tercih eder.
Bu kavram ilk kez 1950’li yıllarda sosyal psikolog Leon Festinger tarafından ortaya atıldı. Festinger’in araştırmalarında insanlar, yanlış bir davranışı sürdürmek yerine inançlarını değiştirmeyi seçiyordu. Yani, eylemlerine uygun yeni bir düşünce üretip içsel uyumu yeniden kuruyorlardı. Bu, insanın kendi içinde kurduğu en sessiz ama en etkili savunma mekanizmasıdır.
Günümüzde bilişsel çelişki sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal ölçekte de kendini gösteriyor. “Adalet istiyoruz” diyen bir toplum, aynı anda “tanıdık varsa kolay olsun” diyebiliyor. “Eşitlik” derken bile, sıra kendimize geldiğinde ayrıcalık bekliyoruz. Yani bir yanımız haklılığı savunurken, diğer yanımız küçük çıkarların peşine düşüyor. Bu ikilik, toplumun her alanına sinmiş durumda: siyasette, iş hayatında, ilişkilerde, hatta gündelik alışkanlıklarımızda bile.
Sosyal medya da bu çelişkiyi görünür kıldı. Bugün herkes bir şekilde “doğruluk” ve “farkındalık” mesajı veriyor. Ama aynı kişi, gerçek hayatta o söylediklerinin tam tersini yapabiliyor. “Gerçek benliğini göster” deniliyor ama hepimiz filtrelerin arkasına saklanıyoruz. Dijital dünyada kendimize yeni kimlikler yaratırken, içsel çelişkilerimiz büyüyor. Bazen beğeni sayısı, vicdanın sesini bastırıyor.
Peki, bu çelişkiden kurtulmak mümkün mü?
Tam anlamıyla değil. Çünkü insan olmak, biraz da çelişkilerle yaşamak demek. Fakat farkındalık bu döngüyü kırmanın ilk adımıdır. Ne zaman ki “neden böyle davrandım?” sorusunu dürüstçe sorabiliriz, o zaman gerçek bir değişimin kapısı aralanır.
Kendimize karşı dürüst olmak zordur; çünkü insan egosu savunma halindedir. Ama bilişsel çelişkiyi bastırmak yerine anlamaya çalışmak, içsel büyümenin yolunu açar. Her davranışımızı sorgulamak değil, bazılarını fark etmek bile yeterlidir. Çünkü değişim bir anda değil, farkındalıkla başlar.
Bilişsel çelişki aslında bizi rahatsız eden ama geliştiren bir aynadır. Bu ayna bize kusurlarımızı değil, insani yönümüzü gösterir. Önemli olan o aynaya bakarken kaçmamak, orada gördüğümüz kişiyi anlamaya çalışmaktır. Gerçek cesaret, dış dünyaya karşı değil; kendi içimizdeki çelişkilere karşı gösterilir.
